4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu Bağlamında Ölüme Bağlı Tasarrufların İncelenmesi

Özet:

Ölüme bağlı tasarruflar, bir kimsenin sağ durumdayken yapmış olduğu ve sonuçlarını ancak ölümünden sonra meydana getirecek olan hukuki işlemleri ifade eder. Kanunumuz ölüme bağlı tasarrufları tahdidi olarak saymış bulunmaktadır. Buna göre, ölüme bağlı tasarruflar ancak vasiyetname ve miras sözleşmesi biçiminde yapılabilir. Bu çalışmada ölüme bağlı tasarruflar, bunların tabi bulunduğu şekil şartları ve nihayet bu şartların yokluğu halinde tasarrufun karşılacağı yaptırımlar, öğretide hakim olan görüşler eşliğinde irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler:
Resmi vasiyetname, sözlü vasiyetname, el yazılı vasiyetname, miras sözleşmesi, iptal davası, ölüme bağlı tasarrufların hükümsüzlüğü, vasiyetten dönme

Ölüme bağlı tasarruflar, bir kimsenin sağ durumdayken yapmış olduğu ve sonuçlarını ancak ölümünden sonra meydana getirecek olan hukuki işlemleri ifade eder. Kanunumuz ölüme bağlı tasarrufları tahdidi olarak saymış bulunmaktadır. Buna göre, ölüme bağlı tasarruflar ancak vasiyetname ve miras sözleşmesi biçiminde yapılabilir. Ölüme bağlı tasarruflar murise, onun ölümünden sonra malvarlığının nasıl düzenleneceğine ilişkin arzuları ve iradesi doğrultusunda karar verme imkânı sağlar. Bu yönüyle ölüme bağlı tasarruflar, Roma hukukunda benimsenmiş bulunan irade serbestîsi ilkesinin özel bir görünüş biçimidir. Burada, tasarruf teriminin kullanılması teknik açıdan isabetsizdir. Nitekim teknik anlamda tasarruf, bunu teşkil eden işlemin meydana getirilmiş olması ile bir hakka etki eden, onu doğuran, ortadan kaldıran yahut değiştiren bir etki yaratır. Ölüme bağlı tasarruflar ise söz konusu hakları doğrudan etkileme niteliğine sahip değildir. Bu ancak, ölüme bağlı tasarrufu meydana getirmiş bulunan kimsenin ölümü ile etki ve sonuçlarını meydana getirir. Miras hukuku bağlamında “tasarruf” terimi, “işlem”(1) olarak anlaşılmalıdır.
Bazı hallerde bir kimsenin meydana getirmiş bulunduğu tasarrufların ölüme bağlı bir tasarruf mu, yoksa sağlararası bir işlem mi olduğu hususunda duraksama bulunabilir. Böyle bir halde, uyuşmazlık favor testamenti ilkesi uyarınca ölenin iradesi lehine çözümlenmelidir. Favor testamenti ilkesi, bir işlemin sağlararası bir işlem veya ölüme bağlı bir tasarruf teşkil ettiği hususunda bir duraksamanın varlığı halinde, bu duraksamanın ölenin iradesi lehine çözümlenenmesi ve bu sebeple vasiyetnamenin ayakta tutulmasını ifade eder. Doktrinde sağlararası bir işlemin ölüm şartına veya vadesine bağlanmasının, bunun sağlararası bir işlem olma niteliğine etkisiz olduğu öne sürülmüştür. Yine bu görüşe göre bir tasarrufun ölüme bağlı bir tasarruf olduğunun kabulü aşağıdaki şartların varlığına bağlıdır.

(1)- DURAL/ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, s.50, Filiz, İstanbul,2018

Bu şartlar genel olarak;
• Ölümün söz konusu işlemin asıl unsurunu teşkil etmesi,
• Mirasbırakanın yapmış olduğu kazandırmanın malvarlığından değil, terekeden sağlanmasını istemiş olması,
• Mirasbırakan sağ olduğu sürece, söz konusu işlemin hüküm ve etkilerini doğurmaması olarak sıralanabilir.

Kanaatimce bu fikre katılmak mümkün olmamalıdır. Şöyle ki, bir kimsenin meydana getirmiş bulunduğu tasarrufun ancak onun ölümünden sonra hüküm ve sonuçlarını doğuracağını bir şart yahut vade ile tespit etmiş bulunması o kimsenin meydana getirmiş bulunduğu işlemin hüküm ve sonuçlarını kendi iradesi ile ölümünden sonra doğurmasını arzu ettiğini gösterir. Yukarıdaki şartlar incelenecek olursa, öncelikle murisin ölümünden sonra meydana gelecek hüküm ve sonuçların onun malvarlığından karşılanması mümkün olmayacaktır. Bu halde, zaten işlemin diğer tarafının terekeye başvurmaktan başka çaresi bulunmamaktadır. İkinci olarak murisin şarta bağlı olan bu işlemin hüküm ve sonuç doğurması şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Bu halde, ölüm gerçekleşmeksizin murisin meydana getirmiş bulunduğu işlem hüküm ve sonuçlarını doğuramaz. Bunun gibi, ölümün tasarrufun asıl konusu olmaması, onun ölüme bağlı tasarruf olma niteliğini yitirmesini sağlamaz. Gerçekten, ölüme bağlı tasarrufun maddi koşullarını bir kimsenin iradesini beyan etmek suretiyle bir hukuki işlem meydana getirmesi ve bunun, hüküm ve sonuçlarını ölümden sonra doğurması husuları teşkil eder. Bu haliyle, murisin ölüm şartına bağlamış bulunduğu bir işlemin, favor testamenti ilkesi uyarınca ayakta tutulması ve bunun ölüme bağlı bir tasarruf olarak nitelendirilmesi gerekir.


Vasiyetname:

Vasiyetname, mirasbırakanın sağ iken, ölümünden sonraki safhayı irade ve arzularına göre düzenlemek amacıyla meydana getirdiği tek taraflı bir hukuki işlemdir. İşlemin tek taraflı olması, onun geçerliliğinin herhangi bir kimsenin yahut makamın onayına bağlı bulunmamasını ifade eder. Tek taraflı hukuki işlemlerin en önemli özelliği, bu işlemi meydana getiren kimsenin bunu her zaman geriye alabilecek veya değiştirebilecek olmasıdır. Kanun koyucu, vasiyetnamenin üç şekilde meydana getirilebileceğini öngörmektedir. Buna göre vasiyetname, resmi, el yazılı ve son çare olarak sözlü olarak meydana getirilebilir. Muris, vasiyetnamesinde malvarlığının akıbetinin ne olacağını belirlemekte serbesttir. Buna “vasiyet serbestîsi” ismi verilir. Vasiyet serbestîsinin iki istisnası bulunur. Bunlar, vasiyetin saklı payı aşması ve vasiyetin hukuka veya ahlaka aykırı olması halleridir. Vasiyetin saklı payı aştığı durumlarda tenkis davası gündeme gelir. Buna karşılık vasiyetin hukuka yahut ahlaka aykırı bulunduğu hallerde bu, bir iptal davası sebebidir. Son olarak, önemle belirtmek gerekir ki, vasiyetin söz konusu olduğu durumlarda bunun temsilci veya vekil ile meydana getirilmesi, bu hakkın kişiye sıkı sıkıya bağlı olmasının bir sonucu olarak mümkün değildir. Bunun gibi, daha evvelden meydana getirilmiş bulunan bir vasiyetnamenin vekil veyahut temsilci tarafından değiştirilmesi de geçerli değildir.

Ölüme Bağlı Tasarruf Yapabilme Ehliyeti:

TMK m.502’e göre: “Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve onbeş yaşını doldurmuş olmak gerekir”.
Görüldüğü üzere, kanun koyucu, vasiyetnamenin yapılabilmesini tam fiil ehliyetine sahip bulunma koşuluna tabi tutmamış ve bunu yalnızca vasiyetçinin ayırt etme gücüne sahip bulunması ve onbeş yaşını doldurmuş olması koşullarına bağlı tutmuştur. Bu halde, temyiz kudretine sahip olan küçüklerin kısıtlı olduğu hallerde vasiyetname meydana getirmelerinde bir engel yoktur.
Vasiyetname yapabilme ehliyetinin şartlarından olan ayırt etme gücü veya bir diğer ifade ile temyiz kudreti, bir kimsenin hareketlerini iradesi doğrultusunda yönlendirebilmesi ve bu hareketlerinin sonuçlarını kavrayabilmesini ifade eder. Bu anlamda temyiz kudretinin, vasiyetnamenin yapılmış olduğu anda var olması gerekir. Bu halde, bir kimsenin temyiz kudretine sahip değilken meydana getirmiş bulunduğu bir vasiyetname, bu kimse sonradan temyiz kudretine kavuşmuş olsa da geçerlilik kazanamaz. Buna karşılık, bir kimse vasiyetnameyi meydana getirmiş olduğu esnada temyiz kudretine sahip olup da, bunu (temyiz kudretini) sonradan kaybettiği hallerde vasiyetnamenin geçerli olması gerekir.
Bilindiği üzere, vasiyetname ehliyetinin bir diğer şartını onbeş yaşını doldurmuş olmak teşkil eder. Vasiyetname ehliyeti bakımından yaş şartı da, ayırt etme gücünün mevcut olması şartı gibi, vasiyetnamenin yapılmış olduğu an bakımından mevcut olmalıdır. Buna göre, bir kimsenin vasiyetnameyi ondört yaşında meydana getirmiş bulunduğu bir halde bu vasiyetname bunu meydana getiren kimsenin onbeş yaşını doldurduğunda hüküm ifade etmez. Bu kimse vasiyetnamenin hükümlerini doğurmasını istiyorsa, yeniden bir vasiyetname meydana getirmelidir.

Miras sözleşmesi meydana getirme ehliyeti ise, vasiyetname ehliyetinden ayrı olarak TMK m.503’te düzenlenmiştir. Buna göre, Miras sözleşmesi yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve ergin olmak, kısıtlı bulunmamak gerekir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, miras sözleşmesinin yapılabilmesi bakımından tam bir fiil ehliyeti şartını aramıştır. Bu halde, küçük ve kısıtlıların temyiz kudretine sahip oldukları halde de miras sözleşmesi yapmaları mümkün değildir. Buna karşılık, ayırt etme gücüne sahip olan küçük ve kısıtlıların borçlandırıcı olmayan işlemleri yasal temsilcilerinin icazeti olmaksızın meydana getirmeleri mümkündür ve bu işlemler geçerlidir (TMK m.16). Bu halde, küçük ve kısıtlıların miras sözleşmesinin kazandırma vaat etmeyen diğer tarafı olmalarında bir sakınca yoktur. Ayrıca böyle bir işlem için yasal temsilcinin icazeti de gerekli değildir. Ayırt etme gücünü haiz bulunan kısıtlıların meydana getirdiği sağlararası ve borçlandırıcı bir işlem ise, ancak vesayet ve denetim makamlarının izni ile geçerlilik kazanır (TMK m.463/5)

Ölüme bağlı tasarrufların meydana getirilmesinde ehliyet şartlarına uygun davranılmaması, bunun butlanını gerektirmez. Türk Medeni Kanunu ölüme bağlı tasarruflar açısından genel kuraldan ayrılmış, ölüme bağlı tasarrufların meydana geçersizliği hususunda özel bir düzenleme getirmiştir. Bunun sebebi ise, kanun koyucunun ölüme bağlı tasarrufları ayakta tutmak isteği ve böyle bir ölüme bağlı tasarrufun ilgililer tarafından yerine getirilmek istenebileceğidir. Buna göre, böyle bir işlem yalnızca iptal edilebilir niteliktedir. Bunun anlamı, ehliyet şartına uyulmaksızın meydana getirilmiş bulunan ölüme bağlı tasarrufların kendiliğinden geçersiz olmayacağı ve bunun ancak talep ve dava edilmesi sonucu verilecek iptal hükmü ile geçersiz sayılacağıdır. Son olarak belirtmek gerekir ki, vasiyetlerin iptali istemi yalnızca bunu meydana getirenin ölümünden sonra öne sürülebilir. Buna karşılık bu kural, miras sözleşmeleri açısından geçerli değildir. Bu hususa, miras sözleşmeleri bahsinden değinilecektir.

Ölüme Bağlı Tasarruflarda Şekil Şartları:

Kanun koyucu, ölüme bağlı tasarrufların geçerliliğini birtakım şekil şartlarına bağlı kılmıştır. Ölüme bağlı tasarrufların şekil şartlarına tabi kılınmış olması, murisin hem malvarlığının ve hem de diğer isteklerinin akıbetinin belirlenmesi açısından bunlara belirlilik ve kesinlik kazandırır. Bilindiği üzere, miras hukukunda irade serbestîsinin bir sonucu olarak muris, terekesi üzerinde, belirli bir ölçüde (saklı paylar dışında) tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir. Fakat bazen öyle durumlar meydana gelebilir ki, ölüme bağlı tasarrufu ile murisin iradesi arasında farklılıklar bulunur. Bunlar, örneğin, vasiyetnamenin bir başkası tarafından kendi çıkarlarına uygun bir şekilde düzenlenmiş olması, vasiyetçinin eski vasiyetinden rücu etmiş ve yerine yeni bir vasiyetname meydana getirmiş olduğu fakat bir karışıklık yahut kötüniyetin sonucunda sonraki vasiyetnamenin ortadan kaldırılmış olması gibi hallerde söz konusu olabilir. İşte kanun koyucu, ölüme bağlı tasarrufların hiçbir şekle bağlı olmamasının getirdiği sakıncaları gidermek amacı ile bunları birtakım şekil şartlarına tabi tutmuştur. Türk Medeni Kanunu, ölüme bağlı tasarruflardan biri olan vasiyetnamenin yapılabilmesini üç farklı biçimde düzenlemiş olup, bunlar; resmi düzenleme biçiminde vasiyetname, el yazılı vasiyetname ve nihayet istisnai hallerde söz konusu olabilecek olan sözlü vasiyetnamedir. Bunların numerus clausus (kapalı sayı) prensibi ile sayılmış olması, bunlar dışında bir biçimde vasiyetnamenin yapılmasının mümkün olmaması sonucunu doğurur. Bu halde, kanunen sayılmış bulunmayan ve uygulamada zaman zaman rastlanan, birden fazla kişinin tek bir vasiyetname hazırlamış bulunduğu vasiyetnameleri (ortak vasiyetname) geçerli saymamak gerekir.

Resmi Vasiyetname:
Resmi vasiyetname, bunu hazırlayan ve esasen bu suretle tanıklık eden kimsenin kamu görevlisi olması ve bunun ancak iki tanığın huzurunda meydana getirilebilecek olması nedeniyle en güvenilir ve kesinlik taşıyan vasiyetname çeşididir. Resmi vasiyetname uygulamada çoğunlukla noterler tarafından düzenleniyor bulunsa da; sulh hâkimi ve Türk konsolosluklarının(2) da böyle bir vasiyetnameyi düzenlemeleri mümkündür (TMK m.532). Resmi vasiyetnamenin iki tanığın huzurunda düzenlenmesi gerekir. Vasiyetçinin, resmi memurun ve iki tanığın mevcudiyedi halinde vasiyetçi arzularını resmi memura bildirir. Bu bildirim üzerine resmi memur, belgeyi bizzat yazar veya bir başkası aracılığı ile yazdırır. Bunun gibi, resmi vasiyetnameye konu olan belgenin içeriği bizzat vasiyetçi tarafından da hazırlanmış olabilir. Bu halde resmi memurun görevi bunu tasdik etmektir. Belgenin hazırlanma safhasının ardından, hazırlanmış bulunan bu belge, vasiyetçi tarafından okunur ve vasiyetçi söz konusu belgenin onun son arzu ve iradelerine uygun olduğunu bir imza atmak suretiyle onaylar. Vasiyetçinin bu belgeyi imza etmesinin ardından resmi memur, bu belgeye bir tarih koyar ve bunu imzalar. Belgenin içeriği ve bunun tarihinin elyazısı ile yazılmış bulunması gerekmez fakat önemle belirtmek gerekir ki, resmi memurun imzasının elyazılı ile atılmış bulunması gerekir. Aksi halde, böyle bir vasiyetnamenin iptali talep ve dava olunabilir.
Tüm bu aşamaların ardından, vasiyetçi, düzenlenmiş bulunan bu belgeyi okuduğunu ve bunun kendi arzu ve iradesine uygun olduğunu resmi memurun huzurunda tanıklara bildirir. Bundan sonra tanıklar, vasiyetçinin bu beyanı kendi önlerinde yaptığını ve mirasbırakanı bu işlemi meydana getirmesinde bir engel bulunmadığı (ehil olduğu) hususlarını düzenlenen bu belgeye şerh düşerler ve bunu imzalarlar (TMK m.534). Hemen belirtmek gerekir ki, burada tanıklık, düzenlenmiş bulunan belgenin içeriğine yönelik olmayıp, yalnızca vasiyetçinin belgede yazılmış bulunan hususların iradesi ve arzusuna uygun olduğu hususundaki irade beyanına yöneliktir. Bu anlamda, tanıkların yalnızca bu beyanın kendi önlerinde yapılmış bulunduğu hususundaki tanıklığı ve bunun üzerine düştükleri şerh ve imza, bu belgenin resmi vasiyetname sıfatını taşıması için yeterlidir. Bu şekilde meydana getirilen vasiyetname, resmi senet sıfatını haizdir ve bunun doğruluğu hususunda bir karine mevcuttur.

(2)- Bkz: Konsolosluk ilişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi m.5/f, 189 Sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında KHK m.4/c.

TMK m.535, resmi vasiyetnamenin özel bir biçimini düzenlemektedir. Buna göre, “Mirasbırakan vasiyetnameyi bizzat okuyamaz veya imzalayamazsa, memur vasiyetnameyi iki tanığın önünde ona okur ve bunun üzerine mirasbırakan vasiyetnamenin son arzularını içerdiğini beyan eder. Bu durumda tanıklar, hem mirasbırakanın beyanının kendi önlerinde yapıldığını ve onu tasarrufa ehil gördüklerini; hem vasiyetnamenin kendi önlerinde memur tarafından mirasbırakana okunduğunu ve onun vasiyetnamenin son arzularını içerdiğini beyan ettiğini vasiyetnameye yazarak veya yazdırarak altını imzalarlar.
Hükmün lafzından da anlaşılabileceği gibi, TMK m.535, istisnai hallerde uygulama bulur. Bunlar, vasiyetçinin görme engelli olduğu haller ve okuma veya yazma yetisinden yoksun bulunduğu hallerden ibarettir. Bunlardan birinin varlığı vasiyetnamenin TMK m.535 kapsamında meydana getirilmesi için yeterlidir. Yargıtay, 25.03.1962 tarihli ve 2/3 sayılı içtihadı birleştirme kararında, bu hükmü kaynak İsviçre Medeni Kanununda yazılı olduğu şekilde yorumlamış ve bu hükmün yalnızca okuma yazma yetisinden yoksun olanlara özgü olarak uygulanmayacağını belirtmiştir.(3) Kanaatimce, kanun koyucu, böyle bir düzeltmeyi bilinçli olarak yapmıştır. Nitekim okuma yazma yetisine sahip bulunan kimselerin meydana getirmek istediği vasiyetin TMK m.535 kapsamında meydana getirilmesinde hukuki bir fayda yoktur. Bunun gibi, madde hükmünün oldukça açık olduğu bu halde, kanun koyucunun iradesini geniş yorum yapmak sureti ile aşmamak gerekir. Buna karşılık, kanaatimce isabetsiz olsa da böyle bir içtihadı birleştirme kararının varlığı karşısında okuma yazma yetisine sahip olmasına rağmen TMK m.535 kapsamında düzenlenmiş bulunan bir vasiyetin geçerli sayılması gerekir.

TMK m.535 kapsamında meydana getirilmiş bulunan bir vasiyetnamenin, şekil şartları açısından genel kuraldan farkı, metnin hazırlanmasının ardındaki safha bakımındandır. Buna göre, resmi memurun hazırlamış bulunduğu belgeyi vasiyetçinin ve tanıkların huzurunda okuması gerekir. Bu, resmi memur tarafından bizzat okunmalıdır, aksi hal iptal sebebi teşkil eder(4). Belgede yer alan metin okunduktan sonra vasiyetçinin bunun arzu ve iradesine uygun olduğunu onaylaması gerekir. Bundan sonra tanıklar, vasiyetçinin metinde yer alan beyanının kendi huzurlarında yapıldığını, vasiyetçinin böyle bir işlemi meydana getirmeye ehil olduğunu, söz konusu belgenin kendi önlerinde vasiyetçiye okunduğunu ve vasiyetçinin bu okunan metni onayladığını bir şerh vermek suretiyle belirtirler ve bunun altını imzalarlar.
Resmi vasiyetnamenin şekil şartları hususunda değinilmesi gereken son husus, tanıkların niteliği hakkındadır. Buna göre, fiil ehliyeti bulunmayanlar, bir ceza mahkemesi kararı ile kamu hizmetinden yasaklı bulunanlar, okuryazar(5) olmayanlar, mirasbırakanın eşi, üstsoy ve altsoy kan hısımları, kardeşleri ve bu kişilerin eşleri resmi vasiyetnamenin düzenlenmesine memur veya tanık olarak katılamazlar. Vasiyetname hususunda tanıklıktan yasaklı bulunan kimseler arasında vasiyetçinin kayın hısımlarına yer verilmemiştir. Bu halde, vasiyetçinin kayın hısımlarının resmi vasiyetnameye tanıklık yapabilmesine bir engel bulunmamaktdır.

(3)- İMRE/ERMAN, Miras Hukuku, s.88, Der Yayınları, İstanbul, 2018.

(4)- İMRE/ERMAN, Miras Hukuku, s.89, Der Yayınları, İstanbul, 2018.

(5)- TDK Güncel Türkçe Sözlük, Okuryazar kelimesi bitişik olarak kaleme alınmalıdır. Bu yönüyle kanun metninde bu kelimenin ayrı yazılması hatalıdır.

Kanun koyucunun böyle bir hükme yer verme amacının, hümkün lafzından anlaşıldığı kadarı ile, bu hükmün tanıkların ve buna bağlı olarak vasiyetnamenin güvenilirliğini sağlamak olduğu fikrindeyim. Böyle bir halde, senedin ve tanıklığın güvenliğinin tesis edilmesi için düzenlemede vasiyetçinin kayın hısımlarına ve yakınlarına da yer verilmesi isabetli olurdu. Bununla beraber kanun koyucu, bahse konu olan hükmün ikinci fıkrasında, düzenlenen vasiyetnamenin bunun düzenlenmesinde yer alan tanık ve resmi memura, bunların altsoy ve üstsoy kan hısımlarına, kardeşlerine ve bu kişilerin eşlerine kazandırmada bulunulamayacağı hususunu düzenlemiş ve yukarıda bahsetmiş bulunduğum sakıncayı büyük ölçüde bertaraf etmiştir.
Nihayet, belirtelim ki, yukarıda saymış bulunduğumuz şekil şartlarına aykırılık iptal edilebilirlik yaptırımı ile karşılaşır.

El Yazılı Vasiyetname:
El yazılı vasiyetnamenin şekil şartları, Türk Medeni Kanunu’nun 538. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “- El yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar mirasbırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur”. Görüldüğü üzere, el yazılı vasiyetnamenin şekil şartları, bunun tarihin belirtilmesi, bu vasiyetnamenin baştan aşağı vasiyetçinin kendi elyazısı ile yazılmış ve imzalanmış olmasından ibarettir. Bu halde, vasiyetname herhangi bir kâğıt parçasının veya bir diğer cismin üzerine yazılabilir ve böyle bir vasiyetname diğer şekil şartlarını taşımak koşulu ile geçerli olur. Şekil şartlarının sıkı olmaması, vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufları meydana getirmekten imtina etmemesi ve bunu kolaylıkla meydana getirebilmesi amacını taşır.
Burada meydana gelebilecek bir sorun, vasiyetnamede yer alan münferit bazı alanların çizilmiş, yırtılmış yahut karalanmış olması halinde vasiyetnamenin akıbeti hususundadır. Vasiyetçinin vasiyetnamedeki belirli bölümleri çizdiği, yırttığı veya karaladığı hallerde vasiyetnamenin akıbetini belirleyecek olan husus, bunu meydana getirenin iradesidir. Örneğin, vasiyetçinin, A marka aracımı torunum D’ye vasiyet ediyorum şeklindeki ibaresinin üstünü çizdiği, sonrasında ise aynı marka aracını oğlu C’ye vasiyet ettiğini bildirdiği bir vasiyetnamede ilk vasiyetinin geçersiz sayılması gerekir. Bunun gibi, bir vasiyetnamede birbiri ile çatışan iki vasiyetin de bulunabilmesi münkündür. Örneğin, vasiyetçinin, Poyrazköy’de bulunan yazlık villasını hem oğluna ve hem de kızına vasiyet etmesi halinde durum böyledir. Böyle bir halde, vasiyetçinin iradesi esas alınmak gerekir. Bu durumda, vasiyetçinin iradesi hem oğluna ve hem de kızına mal vasiyeti yapmak ise, bunun her ikisine yapıldığının, buna karşılık, vasiyetçi bu villayı vasiyetnamenin başında oğluna ve sonunda da kızına vasiyet ettiği halde, vasiyetçinin sonradan meydana getirmiş olduğu beyanı ile ilk beyanından dönmüş olduğu kabul edilmelidir. Vasiyetnamenin bir kısmının çizilmiş, karalanmış veya yırtılmış olması halinde, vasiyetnamede yer alan diğer hususların bu yok edilmiş bulunan beyanlardan münferit olarak anlam ifade ettiği ve geçerli olduğu anlaşılabiliyorsa, bu çizilmemiş beyanları ve dolayısıyla vasiyetnameyi geçerli saymak gerekir. Buna karşılık, vasiyetnamenin büyük bir kısmının yok olduğu durumlarda bunun bir bütün olarak geçersiz kabul edilmesi yerinde olur. Nitekim böyle bir halde, vasiyetçinin iradesinin ne olduğu belirli değildir.
Vasiyetçi, vasiyetnameyi tek seferde bitirmek zorunda değildir. Bunu istediği zaman diliminde hazırlamaya yetkilidir. Bu sürenin bir ay, bir yıl veya on yıl olması vasiyetnamenin geçerliliğini etkilemez. Ayrı ayrı zamanlarda düzenlenmiş bir vasiyetname için vasiyetçi ister yazdığı her bir bölümün altını imza eder, isterse vasiyetname tamamlandıktan sonra bunun tamamını imza eder. Belirtmek gerekir ki, imzanın metnin son satırının altına yazılması bir şekil kuralı teşkil etmemekle birlikte, vasiyetnameyi veya dolayısıyla vasiyetçinin iradesini güvende tutar. Şöyle ki, vasiyetçinin son satırın altına imza atmış olması halinde, bir başkasının bunun altına kendi iradesi doğrultusunda yaptığı eklemeler geçersiz olacaktır. Belirtelim ki, vasiyetnameye vasiyetçiden başka kimselerin yapmış olduğu eklemeler ve çıkarmaların tamamı hükümsüzdür. Bununla birlikte, imzanın vasiyetnamenin son satırının altına atılmış bulunması, bundan sonrasında yazılanların geçersiz olduğu hakkında büyük bir ispat kolaylığı sağlar.
El yazılı vasiyetnamenin sakıncalarından birisi bunun, yani vasiyetçinin iradesinin korunması hususundaki güçlüklerdir. Şöyle ki, vasiyetçi, düzenlemiş bulunduğu vasiyetnameyi saklar ise, bunun ölümünden sonra vasiyetnamenin bulunması zorlaşır. Aksi ihtimalde, yani vasiyetnameyi saklamadığı halde bunun üçüncü kişiler tarafından değiştirilmesi ve yok edilmesi veya dış koşullar nedeniyle yok olabilmesi mümkündür. İşte kanun koyucu, bu sakıncayı gidermek için, vasiyetçinin meydana getirmiş olduğu vasiyetnamenin notere, sulh hâkimine veya yetkili memura bırakılabileceğini düzenlemiştir (TMK m.538/2). Bu düzenleme, vasiyetnamenin vasiyetçinin iradesi aleyhine değiştirilmesi veya vasiyetnamenin yok edilmesi ihtimallerini büyük ölçüde gidermektedir. Son olarak belirtelim ki, TMK vasiyetnamede bulunması gereken tarihin düzeni hakkında bir hüküm getirmemiştir ve vasiyetçinin tarihi gün/ay/yıl şeklinde yazmaması herhangi bir iptal sebebiyle karşılaşmaz. Vasiyetnamenin geçerliliği tarihin varlığına bağlıdır, yoksa onun biçimine değil. Bu takdirde, onbirinci ayın ondördü, 1989 ve hatta Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 2001 biçiminde yazılmış tarih de geçerlidir.

Sözlü Vasiyetname:

TMK m.539’a göre, “Mirasbırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi, hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar yüzünden resmî veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet yoluna başvurabilir.
Öncelikle, hükmün ifadesinden de kolayca anlaşılacağı üzere, sözlü vasiyetname olağanüstü durumlar için öngörülmüş bulunan istisnai bir vasiyetname biçimidir. Bunun nedeni, yazılı olmayan bir vasiyetin herkes tarafından değiştirilebileceği veya tamamen ya da kısmen yok edilebileceği ihtimalidir ki, bu vasiyetçinin iradesinin korunması gereğine bütünüyle aykırılık teşkil eder. Sözlü vasiyetnamenin meydana getirilebilmesi için ayrıca vasiyetçinin başka türlü vasiyet yapabilme imkânının bulunmaması gerekir. Bu halde, örneğin, bir savaş sırasında yaralanmış bulunan bir askerin el yazısı ile bir vasiyetname hazırlayabileceği bir halde, bunun sözlü vasiyetname değil el yazılı vasiyetname yapması gerekir. Bununla birlikte, bu savaşta yaralanmış bulunan askerin ellerini ve dolayısıyla yazma yetisini kaybettiği hallerde, sözlü vasiyetname yapılması gerekli ve geçerlidir. Bunun gibi, hükümde sayılmış bulunan diğer nedenlerin varlığı halinde de sözlü vasiyetnamenin geçerliliği, vasiyetçinin başka türlü vasiyetname meydana getirme ihtimalinin bulunmamasına bağlıdır. Söz gelimi bir kimsenin yalnızca hasta olması, bunun sözlü olarak vasiyet yapabileceği anlamına gelmez, ayrıca bu hastalığın vasiyetçinin bir başka biçimde vasiyetname hazırlamasını da imkan dışı bırakmış olması gerekir.
Sözlü vasiyetname, vasiyetçinin son arzularını iradesine uygun olarak, kamu hizmetinden yasaklanmamış ve TMK m. Belirtilen hısımlardan olmayan iki tanığa anlatır ve bu arzularını yazılı hale getirmeleri için onlara görev yükler. Bunun ardından tanıklar ya birbirinden bağımsız olarak vasiyetçinin arzularını bir belgeye yazar, buna tarih ekler ve hâkime bildirirler ya da böyle bir belge hazırlamaksızın ve gecikmeksizin bunu hâkime bildirirler. Bu ikinci halde hakim, bunu bir tutanak ile saptar. Tanıklar hâkime ayrıca vasiyetçinin vasiyetname yapabilmeye ehil olduğunu ve içinde bulunulan olağanüstü durumu bildirirler.
Bunun dışında kanun koyucu, böyle olağanüstü bir halde bulunan bir kimsenin vasiyetini ve dolayısıyla iradesini korumak ve ona kolaylık sağlamak açısından bir hüküm getirmiştir. Buna göre, “Sözlü vasiyet yoluna başvuran kimse askerlik hizmetinde bulunuyorsa, teğmen veya daha yüksek rütbeli bir subay; Ülke sınırları dışında seyreden bir ulaşım aracında bulunuyorsa, o aracın sorumlu yöneticisi; sağlık kurumlarında tedavi edilmekteyse, sağlık kurumunun en yetkili yöneticisi hâkim yerine geçer”.
Sözlü vasiyetname yapmış olan vasiyetçinin, sonradan diğer biçimlerdeki vasiyetnameleri meydana getirmek olanağına sahip bulunması halinde meydana getirilmiş bulunan sözlü vasiyetname, bu olanağın meydana gelmiş bulunduğu tarihten itibaren bir ay geçtiğinde sözlü vasiyetname artık hüküm ifade etmez.

Vasiyetten Dönme:
Türk Medeni Kanunu, vasiyetten üç şekilde dönülebileceğine hükmetmiştir. Buna göre, mirasbırakan önceki vasiyetinden yeni bir vasiyetname meydana getirmek suretiyle, vasiyetnameyi yok etmek suretiyle ve nihayet sonradan meydana getirmiş bulunduğu tasarrufları ile dönebilir.
Mirasbırakanın yeni bir vasiyetname meydana getirmek suretiyle eski vasiyetnamesinden dönmesi ancak bu yeni vasiyetnamenin kanunda öngörülmüş bulunan şekil şartlarına uygun olarak meydana getirilmiş bulunmasına bağlıdır. Mirasbırakanın şekil şartlarına uygun olarak meydana getirmiş bulunduğu yeni vasiyetname ile eski vasiyetnamesinden tamamen veya kısmen dönebilmesi mümkündür (TMK m.542/2).
Bunun gibi, mirasbırakanın meydana getirmiş bulunduğu vasiyetnameyi ortadan kaldırmak (yırtmak, yakmak, vs.) suretiyle de vasiyetinden dönmesi mümkündür (TMK m.543). TMK m.543/2, vasiyetnamenin kazaen veya üçüncü bir kimsenin kusurlu fiili ile ortadan kalkması halini hükme bağlamıştır. Buna göre, kazanın veya üçüncü bir kişinin kusuru ile neden olduğu ve içeriğinin tamamen belirlenmesine olanak bulunmayan vasiyetname hükümsüz kalır. Böyle bir halde vasiyetnamenin sağ bulunmasında yararı bulunanlar, bunun yok olmasına kusuru ile sebebiyet vermiş bulunan üçüncü kişiye karşı tazminat isteminde bulunabilirler. Buradaki sorumluluk, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülmüş bulunan haksız fiil sorumluluğuna dayanır ve sorumluluğun kapsamı vasiyetnamenin içeriğinin belirlenmesi amacıyla yapılmış olan giderler ve mahkeme giderleri ile sınırlıdır.(6)
Vasiyetten dönülmesinin bir diğer yolu ise, mirasbırakanın önceki vasiyetnamesini TMK’nın 542.-543. maddelerinde öngörülmüş olan yollardan herhangi biri ile dönmediği ve bunun üzerine önceki vasiyetname ile çelişen yeni bir vasiyetname meydana getirmesidir. Bununla birlikte, mirasbırakanın meydana getirmiş bulunduğu ikinci vasiyetnamenin ilk vasiyetnameyi tamamlayıcı nitelikte olduğu hallerde ilk vasiyetname hüküm ifade etmeye devam eder. Yalnız bu ilk vasiyetnamenin hüküm ifade edebilmesi için ikinci vasiyetnamenin bunu tamamlayıcı nitelikte olduğunun kesin olarak belirlenebilmesi gerekir. Aksi halde, mirasbırakan, ilk vasiyetnameden dönmüş sayılır. TMK m.544/2’de mirasbırakanın musaleh atamış olduğu vasiyetinden sonra musaleh lehine vasiyet etmiş olduğu mal üzerinde vasiyeti ile bağdaşmayan bir tasarrufta bulunduğu hallerin vasiyeti ortadan kaldıracağını düzenlenmiştir. Bu halde, örneğin mirasbırakanın musaleh lehine A marka aracını vasiyet ettiği ve fakat bunun üzerine bu aracı bir başka kimseye sattığı halde mirasbırakanın vasiyetinden örtülü olarak dönmüş olduğu varsayılmaktadır. Vasiyetçinin vasiyetnamesinden dönebilmesi, vasiyetnamenin tek taraflı bir hukuki işlem olmasının tabi sonucudur.

Miras Sözleşmeleri:
Miras sözleşmeleri iki türlüdür. Bunlar miras sözleşmesi (olumlu miras sözleşmesi) ve mirastan feragat (olumsuz miras sözleşmesi) sözleşmeleridir. Miras sözleşmesinde taraflardan biri (mirasbırakan), diğerine veya bir üçüncü kişi lehine terekesi üzerinde bir ölüme bağlı tasarruf meydana getirir. Bu tasarruf ivazsız veya ivazlı olabilir (TMK m.527). Buna karşılık, miras sözleşmesinin, iki tarafın meydana getirmiş bulunduğu ölüme bağlı tasarruflardan meydana gelmesi de mümkündür. Sözleşmenin her iki tarafının da terekelerine ilişkin ölüme bağlı tasarrufta bulunduğu miras sözleşmelerine çift taraflı miras sözleşmesi adı verilir. Bunun gibi, miras sözleşmeleri ikiden daha çok kişi arasında da yapılabilir ve böyle bir sözleşme de hüküm ve sonuçlarını doğurur.
TMK m.527’e göre, “Mirasbırakan, miras sözleşmesiyle mirasını veya belirli malını sözleşme yaptığı kimseye ya da üçüncü bir kişiye bırakma yükümlülüğü altına girebilir. Türk Medeni Kanunu, mirasbırakanın miras sözleşmesinde meydana getirebileceği tasarrufları tahdidi olarak saymış değildir. Bu halde, mirasbırakan miras sözleşmesinde, mahiyetine uygun olmak koşulu ile bütün ölüme bağlı tasarrufları meydana getirebilir. Bu halde mirasbırakan, miras sözleşmesi ile vakıf kurabilir, mal vasiyetinde bulunabilir, mirasçı atayabilir, taksime ilişkin kuralları düzenleyebilir ve sair birçok işlemi yapabilir.

(6)- İMRE/ERMAN, Miras Hukuku, s.110, DER Yayınları, İstanbul, 2018.

Buna karşılık, sözleşmede yer alıp da tek taraflı işlem teşkil eden ve bu sebeple bunu meydana getirenin her zaman geri alabileceği işlemler bağlayıcılık kazanmaz. Böyle tek taraflı işlemlerin, bunu meydana getiren tarafından geri alınması her zaman mümkündür ve böyle bir işleme sözleşmede yer verilmesi halinde, bu ancak mirasbırakanın ölümü ile hüküm ve sonuçlarını doğurur.
Miras sözleşmesinin ölüme bağlı tasarrufta bulunan tarafının tam fiil ehliyetini haiz olması gerekir. Bunun anlamı, sözleşmenin ölüme bağlı tasarrufta bulunan tarafının ayırt etme gücüne sahip olması ve küçük veya kısıtlı bulunmaması gereğidir. Buna karşılık, ivazsız bir miras sözleşmesinin ölüme bağlı tasarrufta bulunmayan tarafı, küçük veya kısıtlı olsa da ayırt etme gücüne sahip bulunması koşulu ile bu sözleşmeyi yapabilir ve bunun geçerli bir sözleşme olması için yasal temsilcisinin icazetine gerek yoktur (TMK m.16). Bunun gibi, bu kimsenin (ölüme bağlı tasarrufta bulunmayan) miras sözleşmesini temsilci aracılığıyla yapması da mümkündür.
Miras sözleşmesinin meydana getirilmiş olması ile mirasbırakanın tasarruf yetkisi sınırlanmaz. Mirasbırakan, malvarlığı üzerinde eskisi gibi, dilediğince tasarruf edebilir. Bununla birlikte, sözleşmenin diğer tarafı, mirasbırakanın miras sözleşmesine aykırılık teşkil eden ölüme bağlı tasarrufları ile bağışlamalarına itiraz edebilir (TMK m.527/2). Burada miras sözleşmesi, lehine ölüme bağlı tasarrufta bulunulan kimse açısından bir çeşit sözleşmeden doğan saklı pay meydana getirir. Bunun sonucu ise, miras hakkına tecavüz edilen kimsenin bu tecavüzü bertaraf edebilmek amacı ile tenkis dava ve talep hakkına sahip olmasıdır. Gerçekten, böyle bir halde lehine miras sözleşmesi yapılmış olan tarafın miras hakkına, sözleşme ile bağlı bulunan mirasbırakanın çeşitli tasarrufları ile tecavüzü söz konusu olur ve bu durumda miras hakkı tecavüze uğrayan taraf, tecavüze neden olan tasarrufların hükümsüzlüğünü değil, ancak bunların tenkisini talep edebilir (TMK m.549). Bu yönüyle, kanun koyucunun itiraz deyimini tenkis olarak algılamak gerekir.
Mirastan feragat sözleşmesi (olumsuz miras sözleşmesi) ise, mirasbırakan ile mirasçısı arasında yapılan ve mirasçının bir ivaz karşılığında veya ivazsız olarak ileride doğması muhtemel olan miras hakkından vazgeçtiği bir sözleşme olarak tanımlanabilir. Mirastan feragat sözleşmesi mirasçının mirasçılığının sona ermesi hükmünü doğurur. İvazlı olarak meydana getirilmiş bulunan miras sözleşmeleri, tarafların aksini kararlaştırmadığı hallerde feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur (TMK m.528/3). Bu halde, mirasbırakanın bir ev vermeyi taahhüt ettiği ve buna karşılık mirasçının da miras hakkından feragat ettiği bir mirastan feragat sözleşmesinde, bunun feragat edenin altsoyu için hüküm teşkil etmeyeceği belirtilmiş olmadıkça, bu sözleşme feragat edenin altsoyu bakımından da hüküm ifade eder ve bu kimsenin altsoyun miras üzerinde herhangi bir hak talep etmesi mümkün değildir. Buna karşılık, ivazsız mirastan feragat sözleşmeleri, feragat edenin altsoy hısımları bakımından hüküm doğurmaz; onlar, mirasçı olmaya devam ederler.
Mirastan feragat sözleşmesi, önemini saklı paylı mirasçıların mevcut olduğu hallerde gösterir. Gerçekten mirasbırakanın saklı paylı mirasçılar dışındaki mirasçıların miras hakkı üzerinde dilediğince tasarruf edebilmesi mümkündür. Örneğin, mirasbırakanın bir vasiyetname ile mirasçı atamış olduğu hallerde bu işlemin mirasbırakan tarafından geri alınması her zaman mümkündür ve bu halde mirastan feragat sözleşmesinin yapılması gereksizdir. Buna karşılık, mirasbırakan saklı paylı mirasçılarını mirastan çıkarma sebebi bulunmadıkça yoksun kılamaz ve bunların payları üzerinde tasarrufta bulunamaz(7). Mirasbırakanın saklı paylı mirasçılarını mirastan yoksun kılması, mirastan çıkarma sebeplerinin yokluğu halinde, ancak mirastan feragat sözleşmesinin yapılması ile mümkün olur.
Miras sözleşmelerinin (mirastan feragat ve miras sözleşmesi) geçerliliği, resmi vasiyetname şeklinde yapılmış olmalarına bağlıdır. Belirtmek gerekir ki, miras sözleşmesi bakımından öngörülmüş bulunan bu geçerlilik şartı, miras sözleşmesi ile ölüme bağlı tasarrufta bulunan kimse bakımından geçerli olur. Miras sözleşmesinin iki taraflı olduğu hallerde ise TMK m.542/2 uygulama alanı bulur. Buna göre, “Sözleşmenin tarafları, arzularını resmî memura aynı zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi memurun ve iki tanığın önünde imzalarlar”.

Miras Sözleşmesinin Feshi:

Miras sözleşmesinin feshi aşağıdaki hallerde mümkün olur:
• Tarafların sözleşmenin feshine dair anlaşmaya vardığı hallerde (TMK m.546),
Lehine ölüme bağlı tasarrufta bulunulan taraf hakkında mirasçılıktan çıkarma (mirastan ıskat) sebebinin mevcut olduğu hallerde (TMK m.546/2),
• Miras sözleşmesinden doğan edimin ifa edilmemiş olması (TMK m.547).

Gerçekten, iki tarafı bağlayıcı akitlerde, taraflar, aralarında anlaşmak suretiyle söz konusu akdi ortadan kaldırabilirler. Aksinin kabulü, yani tarafların iradi olarak meydana getirmiş oldukları sözleşmeden kendi iradeleri ile vazgeçemeyecek olması irade serbestîsine aykırılık oluşturur ve bunda herhangi biri bakımından hukuki bir yarar mevcut değildir.

(7)- DURAL/ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, Filiz, İstanbul, 2018.

TMK m.546/2’e göre, “Miras sözleşmesiyle mirasçı atanan veya kendisine belirli mal bırakılan kişinin, mirasbırakana karşı miras sözleşmesinin yapılmasından sonra mirasçılıktan çıkarma sebebi oluşturan davranışta bulunduğu ortaya çıkarsa; mirasbırakan, miras sözleşmesini tek taraflı olarak ortadan kaldırabilir”. Hükmün lafzından da anlaşılabileceği üzere miras sözleşmesinin lehine ölüme bağlı tasarrufta bulunulan tarafının mirasbırakana karşı mirasçılıktan çıkarma sebebi teşkil eden bir davranışta bulunması mirasbırakanın tek taraflı olarak bu sözleşmeyi feshedebilmesine imkân sağlar. Böyle bir halde mirasçılıktan çıkarma sebebi teşkil eden davranışları incelemek gerekir. TMK m.510, mirasçılıktan çıkarma sebebi teşkil eden davranışları belirtmiştir. Buna göre, mirasçının mirasbırakan veya onun yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi veya mirasçının mirasbırakana veya onun ailesine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmediği hallerde mirastan çıkarma sebebi mevcuttur. Söz konusu mirastan çıkarma sebebini teşkil eden davranışın, sözleşmenin feshi açısından miras sözleşmesinin meydana getirilmesinden sonra veya önce meydana gelmiş olmasının bir önemi yoktur. Bununla birlikte, bu sebebin sonradan öğrenilmiş olması gerekir. Aksi deyişle, sözleşmenin yapıldığı esnada karşı tarafın meydana getirmiş olduğu mirastan çıkarma sebebi teşkil eden davranışın mevcudiyetini bilmesine rağmen sözleşmeyi meydana getirmiş bulunan mirasbırakanın söz konusu sözleşmeyi bu nedene dayanarak feshetmesi kötüniyet teşkil eder ve böyle bir feshin meydana getirilmesini mümkün saymamak gerekir. Bunun dışında, miras sözleşmesinin mirasbırakan tarafından tek taraflı olarak feshedilmesi teknik anlamda mirasçılıktan çıkarma teşkil ettiğinden, mirasbırakanın meydana getirmiş olduğu fesih işleminde bunun gerekçesini belirtmiş olması gerekir (TMK m.512).
Miras sözleşmesinin bir ivaz karşılığında meydana getirilmiş bulunduğu hallerde mirasbırakan, karşı tarafın sağlararası edimini yerine getirmemiş ve bunun için bir güvence de göstermemiş olmasından bahisle ve TBK’nın ilgili hükümleri (m. 123 vd.) uyarınca bu sözleşmeyi fesh etmek hakkına sahiptir. Bu hususta son olarak belirtmek gerekir ki, miras sözleşmesinin tek taraflı olarak feshi, ancak vasiyetnamenin kanunda öngörülmüş bulunan şekilleri (resmi, elyazılı veya sözlü vasiyetname) vasıtası ile yapılabilir.

Miras Sözleşmesinin Hükümden Düşmesi:

Miras sözleşmesi, bazı hallerde tarafların hiçbir işlem meydana getirmesine gerek olmaksızın, kendiliğinden sona erer. Bunların ilki, eşler arasında meydana getirilmiş bulunan ölüme bağlı tasarruflara ilişkindir. Buna göre, “Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler” (TMK m.181). Hükmün lafzından da kolayca anlaşılabileceği gibi, eşlerin boşanmadan önce birbirlerine karşı meydana getirmiş bulundukları miras sözleşmeleri veya mal vasiyetleri sebebiyle kazanmış oldukları hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesi ile sona erer. Önemle belirtmek gerekir ki, tarafların bunun aksini kararlaştırdığı veya vasiyetler açısından vasiyetçinin iradesinin bunun aksi yönünde olduğu anlaşılırsa bu hüküm uygulama alanı bulmaz ve boşanmış eşler birbirlerinin mirasçıları veya musalehleri olmaya devam ederler.


Miras sözleşmesini kendiliğinden hükümsüz hale getirecek olan bir hal de Türk Medeni Kanunu’nun 548. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, ölüme bağlı tasarrufu ile lehine kazandırmada bulunulan kimsenin (mirasçı veya musaleh), söz konusu tasarrufu meydana getirmiş bulunan mirasbırakandan önce ölmesi halinde bu ölen kimse lehine yapılmış bulunan tasarruf kendiliğinden hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşır (TMK m.548). Böyle bir durumda, lehine ölüme bağlı tasarrufta bulunulan, bir başka deyişle mirasbırakandan önce ölen mirasçı veya musalehin mirasçıları, sözleşme uyarınca elde ettiği zenginleşmeyi sağ olan mirasbırakandan sebepsiz zenginleşme (TBK m.77) hükümlerine dayanarak talep edebilirler. Bunun gibi, miras sözleşmesinin meydana getirilmesinde muvazaa (danışıklılık) bulunduğu hallerde ve ölüme bağlı tasarrufun geciktirici koşula bağlandığı hallerde bu koşulun gerçekleşmemesi veya bozucu koşula bağlandığı hallerde bu söz konusu koşulun gerçekleşmesi hallerinde de söz konusu sözleşme hükümsüz olur.
Son olarak, mirastan yoksunluk sebeplerinin (TMK m.578) mevcudiyeti halinde, bu sebepleri meydana getirmiş bulunan kimselerin ölüme bağlı tasarruflar ile bir hak iktisap edemeyecekleri kanun koyucu tarafından düzenlenmiş olup, böyle bir sebebin varlığı halinde sözleşmenin kendiliğinden hükümsüzlüğü meydana gelir. Buna karşılık, mirasbırakanın bu kimseyi affettiği hallerde söz konusu miras sözleşmesi hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşmayacaktır (TMK m.578/2).

Ölüme Bağlı Tasarrufların İptal Edilmesi:

Ölüme bağlı tasarrufların iptali aşağıdaki hallerde söz konusu olur:
• Mirasbırakanın ölüme bağlı tasarrufu meydana getirdiği sırada ehliyetsiz olduğu hallerde,
• Ölüme bağlı tasarrufu meydana getiren iradenin fesada uğramış olduğu hallerde,
• Ölüme bağlı tasarrufun içeriğinin, bunun bağlanmış olduğu koşulların veya yüklemelerin hukuka veya ahlaka aykırı bulunduğu hallerde,
• Ölüme bağlı tasarrufun kanuni şekil şartlarına uyulmaksızın meydana getirilmiş bulunduğu hallerde.
İptal Davası:

İptal davası, ölüme bağlı tasarruflar açısından, yukarıda sayılmış bulunan iptal sebeplerinden herhangi birinin ölüme bağlı tasarrufta vücut bulduğu hallerde, bu tasarrufun geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılmasının yetkili ve görevli mahkemeden talep edilmesidir. Yukarıda sayılı bulunan nedenler dolayısıyla sakat olan bir ölüme bağlı tasarruf kendiliğinden ortadan kalkmaz. Böyle sakat bir tasarrufun ortadan kaldırılabilmesi, bunun iptaline hükmedilmiş olmasına bağlıdır. Bunun nedeni, ölüme bağlı tasarrufların sakat olması halinde dahi mirasbırakanın yakınlarının mirasbırakanın bu tasarruflarına ve dolayısıyla iradesine uygun davranmak isteyebilecekleri ve bu yolla mirasbırakanın iradesinin ayakta tutulabilmesi istemidir. Belirtmek gerekir ki, iptal hükmü nisbi bir nitelik taşır. Bundan anlaşılması gereken ise, iptal hükmünün yalnızca ölüme bağlı tasarrufun iptalini talep eden taraf açısından hüküm ifade etmesidir. Bu halde, ölüme bağlı tasarrufların iptal edilmesinin herkes için hüküm ifade etmesinin istendiği durumlarda davacı, bu davayı her bir mirasçıya karşı öne sürmelidir.(8)
TMK m.558 uyarınca iptal davası, yalnızca bu davanın açılmasında menfaati bulunan mirasçı ve musalehler tarafından açılabilir. Bu halde, iptal davasının açılabilmesi için iki unsurun bir arada var olması gerekir. Bu davayı açmak isteyen kimsenin söz konusu davanın açılmasında “yararının” bulunması ve bunun “mirasçı veya musaleh” olması gerekir.
İptal isteminin iptal edilmesi istenilen ölüme bağlı tasarrufların tamamına yönelik olması gerekmez. Söz konusu davayı açmaya yetkili bulunan kimseler söz konusu tasarrufların tamamının iptalini isteyebilecekleri gibi kısmen iptalini de isteyebilirler. Bununla birlikte, ölüme bağlı tasarrufun kısmen iptal edilmesi halinde mirasbırakanın bu ölüme bağlı tasarrufu meydana getirmeyeceğinin açıkça anlaşıldığı hallerde iptal isteminin ölüme bağlı tasarrufun tamamına yönelik olduğu kabul edilir.



İptal Davasında Hak Düşürücü Süreler:

Türk Medeni Kanunu m.559, iptal davası açmayı, hak düşürücü sürelere tabi tutmuştur. Buna göre, “iptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyiniyetli davalılara karşı on yıl, iyiniyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşer” (TMK m.559).

(8)-

Görüldüğü üzere, iptal davası bakımından hak düşürücü süreler, ancak davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren başlamakta ve her halde, vasiyetnameler açısından vasiyetnamenin açıldığı ve diğer ölüme bağlı tasarruflar bakımından mirasın geçtiği tarihten başlamaktadır. Bu halde, hak düşürücü sürenin başlaması için, davacının tasarrufu öğrenmiş olması yeterli değildir. Bunun yanında bir iptal sebebinin mevcudiyetini ve şahsının dava açmaya hakkı olduğunu öğrenmiş olması gerekir. Burada dikkat çekici bir ihtimal de davacının tasarrufu, iptal nedenini ve dava açmak hakkı olduğunu mirasbırakanın ölümünden önce öğrenmiş olduğu durumlardır. Böyle bir halde davacının iptal davası açabilmesi mümkün değildir. Nitekim ölüme bağlı tasarrufların iptali istemi, yalnızca bunları meydana getirenin ölümünden sonra öne sürülebilir. Bunun sebebi, mirasbırakanın yapmış olduğu ölüme bağlı tasarrufun ancak onun ölümünden sonra hüküm ifade etmesi yönündeki isteği ve ölüme bağlı tasarrufları yapanların, bunlar sağ iken her zaman söz konusu ölüme bağlı tasarrufu ortadan kaldırmak konusunda bir serbestîye sahip bulunmalarıdır. Kanunumuzun iptal isteminin öne sürülebilmesi için öngörmüş olduğu süreler bakımından davalıların iyiniyetli olup olmamalarına göre bir ayrıma gidildiği görülmektedir. Ölüme bağlı tasarruflar açısından iyiniyete aykırılık (kötüniyet), davalılarca, iptal istemine konu olan ölüme bağlı tasarruflarda iptal sebebinin bulunduğunun bilinmesi veya özen ve dikkat yükümlülüğüne uygun davranmak suretiyle bilebilecekleri hususları bilmemesi halleridir. Bu son halde, iptal davasının davalıların söz konusu ölüme bağlı tasarrufun iptal edilmesi gerektiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde onlara karşı yirmi yıl içerisinde; davalıların iptal nedenini bilmediği ve bilmesi de gerekmediği hallerde ise on yıl içerisinde iptal davasının açılmış olması gerekmektedir.
İptal davası hakkında kanun koyucu son olarak, davalının iptal isteminde bulunabileceği hallerde her zaman ölüme bağlı tasarrufun hükümsüz olduğu hususunu def’i olarak öne sürebileceğini düzenlemiştir. (TMK m.559/2) İptal def’i ölüme bağlı tasarrufun yerine getirilmesi saikiyle açılmış bulunan davada, bu def’ini öne sürenin tereke malına zilyet olduğu hallerde söz konusu olur. Aksi halde, yani mirasçıların tereke malına zilyet olduğu halde iptal davasının değil istihkak davasının açılması yerinde olur. Kanunumuz iptal def’inin her zaman ileri sürülebileceğini belirtmiştir. Buna karşılık, dava konusu sakat olan ölüme bağlı tasarrufun yerine getirildiği hallerde iptal def’inin öne sürülebilmesi mümkün değildir.(1)

(9)- DURAL/ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, Filiz, İstanbul,2018

Öneri, soru ve taleplerinizi iletişim formunu doldurarak bize iletebilirsiniz.

Bu web sitesinde yayınlanmış bulunan çalışmalar bilgilendirme amacı ile meydana getirilmiş bulunup 5486 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ikinci maddesi uyarınca eser teşkil etmektedir. Bu eserlerin Gemici Avukatlık ve Danışmanlık’tan açıkça icazet alınmaksızın kısmen, tamamen yahut değiştirilerek kopyalanması, çoğaltılması, yayınlanması her bir eser bakımından yayınlanma tarihinden itibaren 70 yıl geçmedikçe 5486 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bağlamında men edilmiştir. Söz konusu hükme uyulmaması halinde Gemici Avukatlık ve Danışmanlık Ofisi tarafından yasal sürecin başlatılacağı kamuoyuna duyurulur.