5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Bağlamında Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Haller

Özet:
Bilindiği üzere Türk Ceza Hukukunda bir failin meydana getirmiş bulunduğu eylemden sorumlu tutulabilmesi için üç şartın varlığı aranır. Bunlar; failin meydana getirmiş bulunduğu fiilin hukuka aykırılık teşkil etmesi, meydana getirilmiş bulunan fiilin tipik olması ve failin bu fiili meydana getirmekte kusurlu bulunmasıdır. Bu üçüncü koşulun var olmaması halinde faile meydana getirmiş bulunduğu fiil sebebiyle sorumlu tutulması mümkün değildir. Nitekim 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre failin meydana getirmiş bulunduğu fiil dolayısıyla sorumlu tutulabilmesi en azından taksir derecesinde bir kusurunun bulunması şartına bağlıdır. Bu çalışmada failin meydana getirmiş bulunduğu fiilden dolayı sorumlu tutulamayacağı haller ana hatları ile incelenecektir.

Failin işlemiş olduğu fiil sebebiyle cezalandırılabilmesi için şu üç koşulun bir arada bulunması gerekir:
• Fiilin hukuka aykırılık teşkil etmesi,
• Fiilin tipe uygun olması,
• Failin bu fiili gerçekleştirirken kusurlu olması.

Hukuka aykırılık belirli bir davranışın, hukuk düzenince ayıplanabilir olmasını ifade eder. Buradaki hukuka aykırılık, yalnızca Türk Ceza Kanunu’na aykırılık olarak değil, bütün bir hukuk düzeniyle olan çatışmayı ifade eder. Esasen bir fiilin Türk Ceza Kanununda düzenlenmiş tipiklik ile örtüşmesi hukuka aykırılığın mevcudiyedi hususunda bir karine teşkil eder. Bununla birlikte kanun koyucu, istisnai olarak fiilin tipikliğe uygun olmasına rağmen bunun hukuka aykırılık teşkil etmeyeceğine dair kurallar öngörmüştür. Bu kurallar, kanun hükmünün yerine getirilmesi, yetkili erciin emrinin yerine getirilmesi, meşru savunma, zorunluluk hali, hakkın kullanılması ve nihayet mağdurun rızasının bulunduğu hallere ilişkindir. Bununla birlikte, hukuka uygunluk nedenleri kapalı sayı prensibi doğrultusunda düzenlenmemiştir.(1) Bundan anlaşılması gereken, Türk Ceza Kanununda öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenlerinden başka yazılı hukuktan doğmayan hukuka uygunluk sebeplerinin de türetilebileceğidir.
Hukuka uygunluk nedenleri, meydana gelmiş bulunan fiilden dolayı fail hakkında ceza ve güvenlik tedbirlerine hükmolunmasına engel teşkil eder. Meydana gelmiş bir fiilde hukuka uygunluk sebebinin bulunması halinde, söz konusu cezayı ortadan kaldıran sebepten şerik de yararlanır ve onun hakkında da ceza ve güvenlik tedbirlerine hükmolunamaz.

(1)- HAKERİ, Ceza Hukuku Genel Hükümler Temel Bilgiler, s.252, Astana, 2016, Ankara.

Kanun Hükmünün Yerine Getirilmesi:
TCK m.24’e göre, “kanunun hükmünü yerine getiren kişiye ceza verilmez”. Hükümde yer verilen kanun deyiminden, özellikle TCK belirtilmediğinden, bir kül halinde yazılı hukuk düzeni anlaşılmalıdır. Bilindiği üzere hukuk düzeni, kişilere çeşitli hususlarda hak, yetki ve görevler öngörmektedir. İşte fiili işlemiş bulunduğu esnada kanunda öngörülmüş bulunan bu hak veya yetkisini kullanan yahut kanundan doğan görevini ifa eden kimsenin fiili hukuka aykırılık teşkil etmez.
Örneğin, 6136 Sayılı Ateşli Silahlar Ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun uyarınca, “MSB, Jandarma Genel Komutanlığı, EGM, MİT Müsteşarlığının ihtiyaçları ile Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığınca, kamu kurumlarına ve bu Kanuna göre silah taşımaya hak kazanmış hakiki şahısların uygun görülen taleplerini karşılamak için yurt dışından yapılacak alımlar ve 6551 sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, ateşli silahlarla mermilerinin ve bıçaklarla salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel olarak yapılmış bulunan sair suç aletlerinin ülkeye sokulması yasaktır.
Görüldüğü üzere, 6136 sayılı kanun uyarınca yurt dışından yapılacak ateşli silahlar, mermiler, bıçaklar ve sırf saldırı yahut savunma amacına yönelik olarak yapılmış bulunan silahların ülkeye sokulmasını yasaktır ve bunların ülkeye sokulması hukuka aykırılık teşkil eder. Buna karşılık, aynı maddenin ikinci fıkrası, Tek bir silaha ve bu silahın mermilerine mahsus olmak üzere; Türkiye’de akredite olup diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanan kişilerin, (Karşılıklı olmak koşuluyla)
• Memleketimizdeki yabancı elçilik ve konsolosluklarda görevli olup da diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanmayan kişilerden gerek görüldügü için Dışişleri Bakanlığınca önerilen ve İçişleri Bakanlığınca uygun görülenlerin, (Karşılıklı olmak ve saptanan belirli tiplerden bulunmak koşulu ile)
– Resmi görevle yurt dışına giden kişilerden, gittikleri yabancı ülkenin devlet veya hükümet başkanları ya da hükümet üyeleri yahut genelkurmay başkanları veya kuvvet komutanları tarafından veya hükümetleri adına, kendilerine silah ve mermi armağan edilenlerin, (silahın ve merminin armağan olarak verildiğinin belgelenmesi koşulu ile ve gümrük vergi ve resmi ödenmeksizin)
– Memuriyetleri devamınca bir defaya ve tek bir silaha mahsus olmak üzere, dış temsilciliklerimizde elçi sınıfından olanlar ile konsolosların ve daimi görevlerde bulunan subaylarla güvenlik memurlarının, Getirdikleri silah ve mermisinin yurda sokulmasına izin verileceği hususunu düzenlemiştir. Görüldüğü üzere, esasen hukuka aykırılık teşkil eden bir fiil, kanun hükmünün yetki tanıdığı kimseler tarafından meydana getirildiğinde hukuka aykırılık teşkil etmemektedir.

Yetkili Merciin Emrinin Yerine Getirilmesi:
TCK m.24’e göre, “Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur”.
Yetkili merciin emrinin yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedeni, ancak belirli bir hiyerarşik yapının mevcudiyedi durumunda uygulama alanı bulur. Hiyerarşik yapılanmalar ise, içerisinde bulunan kimselerin makam, rütbe veya daha genel bir tabirle önem derecesinde göre sıralandığı organizasyonlardır. Bu organizasyonda önem derecesi yüksek sınıfta bulunan kimseler (üstler), önem derecesi daha düşük sınıfta bulunan kimselere (astlara) emir verme yetkisini haizlerdir. Belirtelim ki bu hukuka uygunluk nedeninin uygulama alanı bulabilmesi için, “emri veren merciin buna yetkili olması” ve “bu emrin yerine getirilmesinin görev gereğince zorunlu bulunması gerekir.
Üstler tarafından verilmiş emirlerin hukuka uygun olduğu hallerde bu hukuka uygunluk nedeninin uygulama alanı bulacağı açıktır. Buna karşılık bazı hallerde, üstlerin hukuka aykırı emirler vermesi de mümkündür. İşte bu halde ast, emrin hukuka uygunluğunu denetlemek imkânını haiz ise emrin hukuka aykırı olduğunu emri veren üstüne bildirir. Emri verenin, bu bildirime rağmen emrini yeniden yazılı olarak tekrarlaması halinde, artık emir yerine getirilir. Bu halde, emri uygulayan (ast) sorumlu tutulamaz. Bazı hallerde ast, üst tarafından verilmiş bulunan emrin hukuka aykırılığını denetlemek yetkisine sahip değildir(2). Bu halde ast, üst tarafından verilmiş bulunan emri uygulamakla yükümlüdür ve emri uyguladığı gerekçesiyle cezalandırılabilmesi mümkün değildir. Bu halde, emrin yerine getirilmesi fail bakımından hukuka uygundur. Her iki halde de emri uygulayanın değil, emri verenin sorumluluğuna gidilir.
Nihayet, kanunda açıkça belirtildiği gibi, konusu suç teşkil eden emrin yerine getirilmesi mutlak bir biçimde hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Böyle bir emrin yerine getirildiği halde, ne emri yerine getiren ve ne de emri veren hakkında görevin ifası hukuka uygunluk sebebi uygulama alanı bulmaz. Burada astın ayrıca emrin suç teşkil ettirdiğini bildirmesi ve bu emrin tekrarlanmış olması da önem taşımaz. Suç teşkil eden emir, “hiçbir surette” yerine getirilemez.

Meşru Müdafaa (Haklı Savunma):

Kanunumuz, meşru müdafaaya bir hukuka uygunluk nedeni olarak yer vermiştir. Buna göre, Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” (TCK m.25/1).

(2)- 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, m.14/1.

Kanunun lafzından da anlaşılabileceği gibi, meşru müdafaa hükümlerinin uygulanma alanı bulabilmesi için “meydana gelen, meydana gelmesi yahut tekrar edeceği muhakkak olan haksız bir saldırı” mevcut olmalı, bu saldırı bir hakka yönelmiş bulunmalı ve failin bu haksız saldırıyı, saldırıyla orantılı bir biçimde savuşturmuş olması gerekir.
Saldırının haksız olmasında yalnızca Türk Ceza Kanunu değil, bütün hukuk düzeni ölçü alınır. Bu haksız saldırının hukuken korunan bir yarara (vücut bütünlüğü, malvarlığı vs.) yönelik olması gerekir. Derhal anlaşılabileceği üzere, bahsi geçen haksız saldırının bizatihi faile karşı gerçekleşmesi gerekmez. Aksine, kanun koyucu haksız saldırının bir üçüncü kişinin korunan yararlarına yönelmesi halinde de meşru müdafaa hükümlerinin uygulanabileceğini belirtmiştir. Bunun dışında, meşru müdafaa hükmünün uygulama alanı bulabilmesi, bahsi geçen haksız saldırının belirli bir yoğunluk düzeyine ulaşmasına bağlıdır. Bu halde, sertçe sarılma ve el sıkma veya şakalaşma amacı taşıyan fiziki müdahalelerin haksız saldırı olarak nitelendirilmesine ve bu sebeple meşru müdafaa hükümlerinin uygulanmasına olanak yoktur. Son olarak belirtelim ki, bahsi geçen haksız saldırının bir insan tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekir. Haksız saldırıya dış olayların, hayvanların veya bitkilerin yol açtığı hallerde meşru müdafaa (TCK m.25/1) değil; zorunluluk hali (TCK m.25/2) uygulama alanı bulur.
Bunun dışında kanun koyucu, meşru müdafaa hükümlerinden faydalanabilmek için failin saldırıyı “defetmek zorunluluğu” içerisinde bulunması gerektiğini belirtmiştir. Defetmek zorunluluğundan anlaşılması gereken failin bu saldırıyı başka türlü atlatma imkânının bulunmaması veya başka türlü atlatma imkânına sahip olmakla beraber bunun saldırı anındaki koşullara göre ondan beklenememesini ifade eder. Bunun gibi, defetme niteliğindeki hareket, haksız saldırı ile orantılı olmalıdır. Buna, elindeki isviçre çakısı ise öldürme tehdidinde bulunan faile pompalı tüfek ile ateş etmek suretiyle yanıt verilemeyeceği örneği verilebilir. Bazı hallerde ise hukuka uygunluk nedenlerinde yanılma söz konusu olabilir. Örneğin, eşinin boğazına bıçak dayanması suretiyle alıkonulduğunu görüp, tabancası ile ateş ederek onu esir alanı etkisiz hale getirdiği bir durumda, bıçağın plastik olduğu sonradan anlaşıldığı takdirde fail bu hatasından yararlanacak ve meşru müdafaa hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

Zorunluluk (Iztırar) Hali:

Zorunluluk hali, esasen bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp; kusurluluğu ortadan kaldıran bir nedendir(3). Zorunluluk hali, meşru savunma ile aynı maddede düzenlenmiş olup, meşru müdafaa ile aralarında çeşitli farklılıklar bulunmaktadır. Nitekim TCK m.25/2’ye göre, “Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

(3)- Bkz: TCK m.25, madde gerekçesi.

Hükmün lafzından da anlaşılabileceği üzere, bu hukuka uygunluk nedeninin uygulama alanı bulabilmesi için her şeyden önce bir tehlikenin mevcut olması gerekir. Tehlike, genel olarak, zarara yol açabilecek durumları ifade eder. Bu kısa tanımdan da anlaşılabileceği gibi, bir tehlikenin mevcudiyedinin kabulü için, bunun bir “zararı” meydana getirebilme potansiyeline sahip bulunması, yani objektif nitelikte bir zararın mevcut olması gerekir. Bu halde, sırf yağmur yağdığı ve ıslanmaktan korktuğu gerekçesiyle konut dokunulmazlığının ihlali suçunun işlenmiş olması halinde, bu hukuka uygunluk nedeninin uygulama alanı bulabilmesi mümkün değildir.
Bunun gibi, failin, tehlikeden başka suretle kurtulma imkânına sahip bulunmaması gerekir. Bu halde, failin, kaçmak suretiyle tehlikeyi atlatabileceği hallerde, bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi mümkün değildir.. Ayrıca failin, bu meydana gelmiş bulunan tehlikeden kendisini veya bir başkasını kurtarmak zorunluluğu içerisinde bulunması gerekir. Bunun yanında, bahsi geçen tehlikenin, fail tarafından bilerek meydana getirilmemiş bulunması gerekir.
Bunun gibi, tehlikenin bir hakka yönelmiş olması gerekir. Buna karşılık, kanun koyucunun açık ifadesi karşısında bu hakkın fail dışında üçüncü bir kişiye ait olabileceği de kabul edilmelidir. Kanun koyucu, burada cinsel dokunulmazlık yahut vücut bütünlüğü gibi, özel olarak bir hakkı belirtmediğinden malvarlığı hakları ve kişi özgürlüğü hakkı gibi, diğer tüm diğer haklar da zorunluluk haline konu oluşturabilir. Nihayet, tehlikenin çeşitli nedenlerden kaynaklanması münkündür. Hayvan saldırısı, doğa olayları ve meşru müdafaanın koşullarını teşkil edecek haksız bir saldırı teşkil etmemek şartıyla insandan davranışları da bahsi geçen tehlikenin konusu olabilir(4).
Zorunluluk halinin bir diğer koşulu ise tehlikeden korunmak için meydana getirilen fiiler hakkındadır. Buna göre, fiilin meydana gelen tehlike, konu ve tehlikenin defedilmesi için kullanılan vasıta ile orantılı olması gerekir. Konu, esas itibariyle kanunun korumakta olduğu yararı ifade eder. Bu halde, korunmak istenen yarar, tehlikenin yol açacağı zarardan daha büyük olmalıdır. Örneğin, bir araç sürücüsünün, bir başka araca çarptığında daha fazla mali hasar çıkacağı gerekçesiyle, o esnada kaldırımda yürüyen bir yayaya çarptığı bir durumda, zorunluluk hali hükümlerinin uygulanabilmesi mümkün olmamalıdır.
Son olarak, failin tehlikeyi önlemek hususunda hukuksal bir yükümlülüğünün bulunmaması gerekir. Bu yükümlülüğün kanundan veya sözleşmeden doğması mümkündür.

Hakkın Kullanılması (TCK m.26/1):

TCK m.26/1’ göre, “hakkını kullanan kişiye ceza verilmez”. Burada söz konusu olan hak, hukuken tanınmış ve düzenlenmiş bulunan tüm hakları kapsar. Bunlar, kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere veya genelge gibi nizamlara dayanabilir.(5)

Hakkın kullanılması cezasızlık nedeni, ancak kişinin doğrudan doğruya, yani bir başka makam yahut şahıstan izin alınmaksızın kullanılabilen hakların var olduğu halde uygulama alanı bulur. Bunun yanısıra, söz konusu haklar bir mesleğin icra edilmesinden de doğabilir. Ayrıca bu hakların, düzenlenmiş olduğu mevzuatın gereklerine ve çizdiği sınırlara uygun olarak kullanılmış olması gerekir. Hakkın kullanılması cezasızlık nedenine örnek olarak, mevzuata uygun olmak şartıyla; hekimlerin hastalarına yapmış bulundukları müdahaleler, gazetecilik faaliyetleri ve zilyetliği korumak amacı ile meydana getirilen müdahaleler verilebilir.

İlgilinin Rızası (TCK m.26/2):

TCK m.26/2’e göre “kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez”. İlgilinin rızasının, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir neden olarak nitelendirilebilmesi birtakım şartların varlığına bağlanmıştır. Buna göre, ilgilinin rızası, ancak onun üzerinde mutlak tasarruf edebilme yetkisine bağlı olduğu hakların söz konusu olduğu durumlarda uygulama alanı bulur. Buradan anlaşılabileceği üzere, hakkın kamu düzenine ilişkin bulunan ve toplum ile devlet açısından hukuksal koruma sağlayan haklarda ilgilinin rızası, cezayı ortadan kaldıran bir neden olarak değerlendirilemez. Bu hakkın kişisel olması ve kullanılması bir başka makam yahut kişinin icazet vermesine bağlı olmamalıdır.
Bunun gibi, söz konusu cezasızlık nedeninin uygulama alanı bulabilmesi için ilgilinin rıza vermeye ehil olması gerekir. Bu halde ilgili, akıl hastalığı, yaş küçüklüğü, geçici nedenler gibi sebeplerin varlığı halinde, rıza vermeye ehil değildir(6). Bununla birlikte, yaş küçüklüğü, her halde verilmiş bulunan rızanın geçersizliği sonucuna yol açmaz. Üzerinde mutlak olarak tasarrufta bulunabileceği bir hak ile ilgili rıza veren küçüğün, vermiş olduğu rızanın hukuki sonuçlarını idrak edebildiği ve davranışlarını buna göre yönlendirebildiği hallerde, bu rızayı geçerli saymak gerekir. Verilmiş bulunan rızanın geçerliliği, her somut olayın maddi şartları açısından ayrı ayrı incelenmeli ve buna göre hüküm tesis edilmelidir.
İlgilinin rızasının cezasızlık sebebi olarak uygulama alanı bulabilmesi için ilgilinin, söz konusu rızasını sarih (açık) veya zimnı (örtülü) olarak ve en azından fiilin işlenmesi anında açıklamış bulunması gerekir. Rızanın, hata, korkutma veya hile gibi nedenlerle verilmiş bulunduğu hallerde sakat olacağından bu rıza geçerli sayılmamak gerekir ve bu cezasızlık sebebi uygulama alanı bulmaz.

Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Nedenlerde Sınırın Aşılması:

(4)- DEMİRBAŞ/ERDEM, Ceza Hukuku Pratik Çalışmalar, s.118, Seçkin, Ankara, 2016.

(5)- Bkz: TCK m.26, madde gerekçesi.

(6)- HAKERİ, Ceza Hukuku, Genel Bilgiler Temel Hükümler, s.262, Astana, Ankara, 2016.

TCK m.27/1, bütün ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenler bakımından sınırın aşılması halini düzenlemekle, genel bir ceza indirim veya cezanın ortadan kaldırılmasını gereken bir sebep teşkil etmektedir. Belirtmek gerekir ki, ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde “sınırın” belirlenmesi, haksız saldırıya karşılık olan müdahalenin saldırıyı defetmekle oranlı olup olmadığının tespit edilmsi ile mümkündür. Buna göre, “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
Görüldüğü üzere kanun koyucu, bu fıkranın uygulama alanı bulabilmesini, failin söz konusu sınırı “kast olmaksızın” aşması şartına tabi tutmuştur. Bu halde, örneğin, fail suç teşkil eden hareketini tamamlamış olup da olay yerini terk etmekte iken mağdurun kasten bir taş fırlatmak suretiyle onun yaralanmasına yol açtığı bir olayda bu hüküm uygulama alanı bulmayacaktır. Buna karşılık, aynı örnek bakımından mağdur, suç teşkil eden fiilin tamamlanmasından önce “saldırından kurtulmak amacıyla” aynı fiili gerçekleştirmiş ve bunun sonucu olarak fail ölmüşse, artık bu indirim nedeninin uygulama alanı bulması gerekir. Bu halde, mağdur hakkında taksirle öldürme (TCK m.85) suçundan dolayı hüküm kurulup, TCK m.27/1 uyarınca bu cezanın indirilmesi gerekir. Buna karşılık, meşru müdafaanın söz konusu hallerde söz konusu maddenin ikinci fıkrasına dikkat edilmek gerekir. Gerçekten, TCK m.27/2’e göre, “Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez”. Hangi korku, heyecan ve telaşın mazur görülebileceği hususunda ise ne hükümde ne de madde gerekçesinde bir bilgiye yer verilmiş değildir. Esasen böyle bir kıstasın önceden belirlenmesi de mümkün değildir ve uygulamada hak kayıplarına yol açabilir. Bu halde hâkim, olayın meydana getirmiş bulunduğu etkileri, haksız saldırı teşkil eden fiil açısından failin hareketini ve mağdurun kişiliğini ve benzeri unsurları göz önüne almak suretiyle, önüne gelen her olayı ayrı ayrı değerlendirerek hüküm kurmalıdır. Son olarak belirtmek gerekir ki, TCK m.27/2, üçüncü kişi lehine meydana gelen meşru savunmanın söz konusu olduğu hallerde de uygulama alanı bulacaktır.

Cebir ve Şiddet, Korkutma ve Tehdit:
TCK m.28’e göre, “karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır”.
Hükmün daha iyi anlaşılabilmesi için cebir ve tehdit kavramlarının manasının incelenmesi gerekir. Cebir, TDK tarafından, “zor, zorlayış” olarak tanımlanmaktadır. Bu basit tanımdan da anlaşılabileceği üzere, hüküm bakımından cebir, “bir kimsenin bir başkası tarafından maddi kuvvet uygulanmak suretiyle suç işlemeye zorlanması” olarak tanımlanabilir. Failin, kusuru ortadan kaldıran bu sebepten yararlanabilmesi için ayrıca bu maddi kuvvete karşı koyma veya bu kuvvetten kurtulma imkânının bulunmaması gerekir.
Tehdit kavramı ise, bir kimsenin, bir başkasına genellikle istediği eylemi gerçekleştirmemesi halinde hukuka aykırılık teşkil eden (haksız) bir zarar vereceğini bildirmesini ifade eder. Tehdit, kişinin veya yakınlarının hayat ve vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlığı veya malvarlığı değerleri üzerinde söz konusu olabilir. Bununla birlikte, tehdidin objektif olarak gerçekleşme ihtimalinin bulunması, yani tehdidin elverişli olması gerekir. Bu halde, kurusıkı tabanca ile tehdit edilip, bunun etkisi altında suç işleyen fail, bu cezasızlık nedeninden yararlanamayacaktır. Buna karşılık, bu halde failin tabancanın gerçek olduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düştüğü hallerde TCK m.30/3 hükmü uygulama alanı bulur. Bu halde, fail ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin koşullarının gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşmüştür ve bu hatasından yararlanması gerekir.
Tehdit edilenin, söz konusu tehdit sonucunda etkilenmemiş olması tehdidin varlığına etki etmez. Bununla birlikte, bu cezasızlık nedeninin uygulama alanı bulabilmesi için tehditte bulunanın, bu tehdidi, “ciddi mahiyet arzeden söz ve davranışlara1”gerçekleştirmiş olması gerekir.

Haksız Tahrik:

Haksız tahrik, TCK m.29’da düzenlenen, kusurluluğu azaltan, genel ve kişisel bir nedendir. Buna göre, “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir”.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulama alanı bulabilmesinin şartları şunlardır:
• Ortada haksız bir fiil bulunmalıdır.
• Bu haksız fiil, failde hiddet veya şiddetli elem yaratmalıdır.
• Fail, suç teşkil eden eylemini bu haksız fiilin meydana getirmiş olduğu hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında gerçekleştirmiş olmalıdır.

Haksız fiil, bir kimsenin hukuka aykırı eylemi ile bir başkasına zarar vermiş olması halini ifade eder. Kanun koyucu, “suç teşkil eden bir fiil” ifadesi yerine haksız fiil ifadesine yer vermekle, faili hiddet veya şiddetli elemin etkisi altına alan fiilin suç teşkil etmesi gerekmediğini belirtmiş olmaktadır. Bununla birlikte bu eylem, hukuka aykırılık teşkil etmeli ve bir başkasına zarar vermiş bulunmalıdır. Hukuka aykırılık unsuru değerlendirilirken bir kül olarak hukuk düzeni göz önüne alınmalıdır. Bundan başka, fail meydana getirmiş bulunduğu fiili, daha önceki haksız fiilin meydana getirmiş bulunduğu hiddet veya şidetli elemin altında gerçekleştirmiş olmalıdır. Bununla birlikte kanun koyucu, hiddet ve şiddetli elemi meydana getiren haksız fiilin doğrudan doğruya faile karşı gerçekleştirilmesi şartını aramış değildir. Bu halde, fail, üçüncü bir kişiye karşı işlenmiş haksız bir fiil dolayısıyla hiddet veya şiddetli elemin etkisi altına giriyorsa, haksız tahrik hükümlerinden yararlanması gerekir.

(7)- TCK m. 106 (Tehdit Suçu) Madde Gerekçesi.

Önemle belirtmek gerekir ki, haksız bir fiilin “hiddet veya şiddetli elem etkisi” doğurmaya elverişli olması, yani bu fiilin bu etkileri meydana getirebilmesi objektif olarak mümkün olmalıdır; aksi halde, bu hüküm uygulama alanı bulmaz. Bunun gibi, hiddet ve şiddetli elemin, suç teşkil eden fiilin gerçekleşmesi esnasında var olması gerekir. Son olarak, bu hükmün uygulanması, haksız tahrik teşkil eden fiili gerçekleştiren kimseye karşı işlenen suçlar açısından söz konusu olur. Bir başka deyişle, failin bu indirim nedeninden yararlanabilmesi için işlemiş olduğu fiili haksız tahrik teşkil eden fiili meydana getiren kimseye karşı gerçekleştirmiş bulunmalıdır.

Genel Olarak Hata:

Ceza hukuku bakımından hata, failin meydana getirmek istediği ile meydana gelen arasındaki farklılıkları ifade eder. Hata, TCK m.30’da düzenlenmiş bulunmaktadır ve kendi içerisinde dörde ayrılmaktadır. Bunlar, tipiklikte hata, nitelikli unsurlarında hata, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan sebeplerde hata ve nihayet hukuki hatadır. Bunlardan her biri, aşağıda ayrı ayrı incelenecektir.

1) Tipiklikte (Suçun Maddi Unsurlarında) Hata:

TCK m.30/1’e göre, “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır”.
Tipiklikte hata, failin gerçekleştirmiş olduğu fiilin, suçun kanuni unsurlarını taşıdığı hususunda yanılmasıdır. Failin tipiklikte hataya düştüğü hallerde kastın varlığı söz konusu olmaz. Tipiklikte hataya örnek olarak, gece vakti, karanlık ve metruk bir arazide kamp yapan kampçıların, uzaktan görünen bir kimseyi yabani bir hayvan zannedip ateş ederek ölümüne yol açması verilebilir. Bu halde fail, kasten öldürme suçunun maddi unsurlarından “insan” unsurunda hataya düşmüştür. Böyle bir halde, suç ancak taksirle işlendiği halde cezalandırılabilen bir suç ise failin taksirden dolayı sorumluluğu gündeme gelir. Örneğimizde, fail, özen ve dikkat yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle bu neticeyi meydana getirdiği takdirde, onun taksirle öldürme (TCK m.85/1) suçundan dolayı sorumluluğu meydana gelir.

2) Suçun Nitelikli Unsurlarında Hata:

TCK m.30/2’e göre, “Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır”.
Suçun nitelikli unsurlarında yanılma, failin işlemiş olduğu suçta ağırlaştırıcı veya hafifletici bir nedenin bulunduğunu sandığı, buna karşılık esasen bunların bulunmadığı halleri ifade eder. Burada ikili bir ayrıma gidilmesi gerekir. Fail, işlemiş bulunduğu fiilde “hafifletici” bir neden bulunduğunu sanıyor, buna karşılık böyle bir hafifletici neden bulunmuyorsa fail, bu hatasından yararlanır. Burada esas alınan objektif netice değil, failin sübjektif iradesidir. Bu halde fail, hayali (mefruz) hafifletici nedenlerden yararlanır1. Failin, bir başkasının davranışının haksız fiil teşkil ettiği düşüncesiyle ona hakaret ettiği bir halde, esasen gerçekleşen davranış haksız fiil teşkil etmese de fail bu hatasından yararlanır (TCK m.129/1).
Buna karşılık, failin, gerçekleştirmiş bulunduğu fiilde “ağırlaştırıcı” bir nedenin bulunduğunu sandığı, fakat esasen böyle bir nedenin var olmadığı hallerde meydana gelen objektif netice esas alınır ve bunun sonucu olarak fail hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulama alanı bulmaz. Buna örnek olarak, eziyet suçunu hamile sandığı mağdura karşı meydana getiren failin durumu verilebilir. Bu halde fail hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulama alanı bulmaz.

Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Sebeplerde Hata:

TCK m.30/3’e göre, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır”. Burada fail, meydana getirmiş bulunduğu fiilde bir hukuka uygunluk nedeninin koşullarının var olduğunu sanmakta, buna karşılık esasen söz konusu hukuka uygunluk nedeninin koşulları meydana gelmemiş bulunmaktadır. Bu maddenin uygulama alanı bulabilmesindeki esaslı koşulu bu hataya düşmenin kaçınılmaz olması teşkil etmektedir. Failin hataya düşmesinin kaçınılmaz olup olmadığının tayininde ölçüt, özen ve dikkat yükümlülüğüdür. Bu halde, fail dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmadığı takdirde bu fiil meydana çıkmayacaktı denilebiliyorsa, bu hatasından yararlanması mümkün değildir. Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerde yanılma hususunda, esasen yetkili bir merciiden verilmemesine rağmen, yetkili merciiden verildiğini sandığı bir emri yerine getiren failin durumu örnek verilebilir. Dikkat edilmelidir ki, failin burada düşmüş olduğu hata kaçınılmaz olmalıdır. Aksi halde fail, bu hatasından yararlanamaz.

(8)- HAKERİ, Ceza Hukuku Genel Hükümler Temel Bilgiler, s.325, Astana, Ankara, 2016.

Hukuki Hata (Haksızlık Yanılgısı):

TCK m.30/4’e göre, “işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz”. Hukuki hata, failin fiili işlemiş bulunduğı esnada bu fiilin haksızlık teşkil ettiği bilincinin mevcut olmaması halini ifade eder. Böyle bir halin cezayı ortadan kaldıran bir neden olarak uygulama alanı bulabilmesi, bu hatanın kaçınılmaz olması koşuluna bağlıdır. Buradaki kaçınılmazlık unsurunun tespitinde ölçüt, failin sübjektif özellikleri (eğitim durumu, bilgi birikimi, tecrübeleri vs.) ile olayın objektif özellikleridir. Elbette ki, kimseden bütün kanunları ve bunların ihtiva ettiği hükümleri bilmesi beklenemez. Burada dikkat edilmesi gereken husus failin meydana getirmiş bulunduğu fiilin genel olarak haksızlık teşkil edip etmediği konusundaki düşüncesidir.(9) Haksızlık yanılgısına örnek olarak, usulünce yediemine teslim edilmiş bulunan 8.5 ton ağırlığındaki hurdanın, daha sonradan sanık hakkında eylemin hukuki ihtilaf konusu oluşturduğu sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleştiği; buna karşılık, hurdanın iadesi hususunda bir karar verilmediği, bunun üzerine yedieminin bu hurda üzerinde tasarruf yetkisine sahip bulunduğunu düşünerek bunları satmış olması verilebilir.(10)

(9)- DEMİRBAŞ/ERDEM, Ceza Hukuku Pratik Çalışmalar, s.173, Seçkin, 2016, Ankara.

(10)- Bkz: Yar. 4. CD 2013/19830 E., 2015/27802 K.

Öneri, soru ve taleplerinizi iletişim formunu doldurarak bize iletebilirsiniz.

Bu web sitesinde yayınlanmış bulunan çalışmalar bilgilendirme amacı ile meydana getirilmiş bulunup 5486 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ikinci maddesi uyarınca eser teşkil etmektedir. Bu eserlerin Gemici Avukatlık ve Danışmanlık’tan açıkça icazet alınmaksızın kısmen, tamamen yahut değiştirilerek kopyalanması, çoğaltılması, yayınlanması her bir eser bakımından yayınlanma tarihinden itibaren 70 yıl geçmedikçe 5486 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bağlamında men edilmiştir. Söz konusu hükme uyulmaması halinde Gemici Avukatlık ve Danışmanlık Ofisi tarafından yasal sürecin başlatılacağı kamuoyuna duyurulur.